9 Eylül 2011 Cuma

Kadınlar Erkekler ve Farklılıklar...




Davranışlarımızın temelinde yatan duygular ve düşünceler kadında ve erkekte aynı mıdır? Bir olay ya da durum kadında ve erkekte aynı izlenimleri mi bırakır?

Nietzsche “Bir insanın cinselliğinin derecesi ve türü, aklının en yüksek doruğuna kadar uzanır.” diyor.


Bu durumda düşünme yetisi, cinsiyetin bir türevi ise; düşünceler eril ya da dişil olacak ama genelgeçer olmayacak. Ya da genelgeçer ise cinsiyetten bağımsız olacak. Oysa üçüncü seçenek, düşüncelerin hem cinsiyet tarafından belirlenebileceği hem de ondan bağımsız olabileceği. Bu olanaksız gibi görünüyor, oysaki böyle olması çok muhtemel.

Kadın ve erkek, beyinlerinin farklı oluşumu nedeniyle, dünyayı farklı bir biçimde algılamakta ve farklı algıladıkları nesnelere ve olaylara farklı değerler yüklemektedir. Bu farklılık yetenek ve beceri alanlarına da yansır. Örneğin kadınlar, erkekler kadar iyi harita okuyamazken, insan karakterini onlardan daha iyi okuyabiliyorlar. (Farelerin de erkekleri dişilere göre labirentlerde yollarını daha kolay buluyor.)


Öte yandan kadın ve erkek karşılaştıkları sorunların çözümünde en gelişmiş yeteneklerini kullanma eğilimindedir. Witleson buna “seçimli kavrayış (algılama) stratejisi” adını veriyor. Kadınlar bir olayı ya da durumu bütünüyle algılamaya, erkeklerse ayrıntılara odaklanmaya yatkınlık gösterir. Erkekler karşılaştıkları sorunları çözmek için çaba harcarken, kadınlar için sorunlarını paylaşmak yeterli olabiliyor.


Günümüzün altı değişik kültürü üzerinde yapılan bir araştırmada; “Nasıl bir insan olmak isterdiniz?” sorusuna;

Erkekler: Kıvrak zekalı, buyurgan, özdenetimli, yarışmacı ve eleştirebilen bir insan olmak;

Kadınlar: Sevecen, içinden geldiği gibi davranan, cana yakın ve cömert bir insan olmak yanıtını vermişlerdir.

Değer yargıları ve erekleri farklı olan, sorunlara çözüm arayışlarında farklı stratejiler izleyen kadın ve erkeğin; özdeş olmadığını, ilgi, yetenek ve becerilerinin farklı alanlarda olduğunu kabullenmek, iki cinsiyet arasındaki gereksiz sürtüşmeleri önleyebilir.

Sorun, cinsellik ile eşitlik kavramlarının birbirine karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. Oysa cinsellik biyolojik bir olgudur, eşitlik ise siyasal, hukuksal ve toplumsal bir kavram. Kadınların ve erkeklerin doğuştan gelen cinsiyete özgü tutum ve davranış farklılıklarına öfkelenmek, düzlüklerde yükselen dağların varlığına öfkelenmekle eşanlamlıdır.

Benzeşmeye çalışmak yerine birbirini bütünleyen farklılıkları kabullenmek, iki cinsiyetin de yararına olsa gerek. Örneğin anne ve baba rollerinin birbirinin yerini tutamayacağını anlarsak, daha iyi birer anne ya da baba olabiliriz. Çünkü annenin ve babanın çocuğa olan sevgisi ve yaklaşımı farklı niteliktedir: Annenin sevgisi koşulsuz bir sevgidir, çocuğun bu sevgiyi elde etmek için bir çaba harcaması, bunu hak etmesi gerekmez. Oysa ki babanın sevgisi koşula bağlı ve hak edilmesi gereken bir sevgidir, diğer bir deyişle insanın değerleri nedeniyle sevilmesidir.


Çocuk anneden sevecenliği, babadan özerkliği ve bağımsızlığı öğrenir; dolayısıyla birbirinden farklı iki özdeşim örneğine gereksinimi vardır. Her insanın kişiliğinde erkeklik ve kadınlık ögeleri birlikte bulunur: Eril kişilikte buyurganlık, önderlik, etkinlik, düzenlilik ve serüven tutkusu gibi özellikler; dişil kişilikte ise üretkenlik, koruyuculuk, gerçekçilik, dayanıklılık ve analık gibi özellikler bulunur. İki cinsiyetin özellikleri, her insanda değişik biçimlerde harmanlanmıştır. Erkekler ve kadınlar, farklı olduklarını kabul ederlerse, daha iyi anlaşıp, mutlu ve sevgi dolu bir yaşam sürebilirler.


Örneğin kadınlar ve erkekler aynı şeylere gülmez ve aynı şeylere üzülüp alınmazlar. Erkeklerin kendi aralarında yaptıkları şakalar ve söyleşiler çoğunlukla saldırgan ve meydan okuyucu nitelikte ya da cinsel içeriklidir; bu şakalar ve konuşmalar kadınlara hiç de gülünç gelmediği gibi, aksine, kimi zaman kırıcı bile olabilir. Erkekler bu durumu “Kadınlar şakadan hiç anlamıyor” diye yorumlama eğilimindedir


Yakın zamanlara değin cinsiyetler arasındaki duyuş, düşünüş ve davranış farklılıkları, psikososyal etmenlerle açıklanıyor, biyolojik temel ise göz ardı ediliyordu. Örneğin erkek çocuğun saldırgan ve yarışmacı olması toplumun beklentilerine dayandırılıyordu. İnsanların içinde yaşadıkları sosyokültürel çevreden etkilenmemeleri düşünülemez; ama bu, kadınlar ve erkekler arasındaki doğuştan gelen farklılıkların keskinleşmesi ve güçlenmesi sonucunu doğurmuştur. Biyolojideki gelişmeler, cinsel asimetrinin temelinde biyolojik etmenlerin ağırlıklı rolü olduğunu düşündürmektedir.


Örneğin küçük bir oğlan, o an başka bir çocuğun elinde olan, bir oyuncağı almak istediğinde pekala zor kullanabilirken, aynı durumda küçük bir kız, genellikle başka birinin yardımına başvuruyor. Oysa günümüzde ana-babalar erkek çocuklarına saldırgan olmayı öğretmiyor, tam tersi yönde eğitmeye çalışıyorlar.

Erkeklerin doğal ve yaratılıştan gelen saldırganlığı iki cinsiyet arasındaki en temel davranışsal farklılıklardan biridir. Bu saldırganlığın erkeklik hormonu testosteronla ilişkili olduğu, öte yandan dişilik hormonu östrojenin testosteronun bu etkisini nötralize ettiği bilinmektedir. Erkeklere fazladan testosteron verildiğinde saldırganlıkları artmakta, oysa kadınlarda bu etki görülmemektedir. Bunun nedeni erkek beyninin testosterona duyarlı biçimde programlanmış olmasıdır. Sözlü saldırganlıkta ise iki cinsiyet arasında belirgin bir fark yoktur. Bu, belki de kadınların sözel konularda daha yetenekli olmalarına bağlıdır.


Hollanda’da yapılan bir çalışmada; kadın olup da kendini erkek gibi duyumsayan 35 transseksüle testosteron ve erkek olup da kendini kadın gibi duyumsayan 15 transseksüele östrojen verilmiştir: Testosteronun kadın transseksüellerde saldırgan eğilimleri, cinsel uyarılmayı ve uzaysal yeteneği artırdığı; konuşmanın akıcılığını ise azalttığı bulunmuştur. Erkek transseksüellerde ise androjen yoksunluğuna bağlı olarak saldırgan eğilimler, cinsel uyarılma ve uzaysal yetenek azalırken, konuşmanın akıcılığı artmıştır. (Van Goozen SH, Psychoendocrinology, 1995)


Biyolojimiz insan türünün kadınlarını ve erkeklerini farklı yetenekler ve becerilerle donatmıştır. İnsanlığın geçirdiği evrim, kurduğu uygarlıklar ve geliştirdiği inanç sistemleri bu farklılıkları törpülemek yerine daha da keskinleştirmiş ve güçlendirmiştir.

Bugüne değin kurulan (sözde) uygarlıkların erkek saldırganlığı ve egemenliği üzerinde yükseldiği ve bunun sonucunda dünyadaki hemen hemen her kültür ve toplumda kadınların ikincil duruma düştüğü de bir gerçek. Eğer her iki cins özdeş ise erkekler bu başarıyı nasıl elde edebildiler? Bu sorunun yanıtı biyolojik farklılıklarda aranabilir mi?


Günümüzde, cinsellik konusunda, iki aykırı akımın varlığından söz edilebilir: Bir yanda cinsler arası farklılıkları araştıran çalışmalar; öbür yanda böyle bir farklılığın varlığını yadsıyan politikalar. Bu iki karşıt akımın uzlaşması güç görünüyor. Cinsiyet farklılıklarını yadsıma eğiliminde olan araştırmacılara göre, kadın ve erkek farklı ise bunun sorumlusu toplumsal koşullandırmalardır. Zaten toplumbilim açısından bu hep böyle olagelmiştir. Oysa bugüne değin elde edilen bulgular; kadınların ve erkeklerin duyuş, düşünüş ve davranışlarında,doğuştan gelen, farklılıklar olduğunu, bunun yetenek ve yatkınlıklara da yansıdığını ortaya koymaktadır.


Yetenekler açısından, iki cins arasındaki en büyük farklılık “uzaysal yetenek” alanında göze çarpar: Bu, nesneleri; biçimleri, duruşları ve orantıları ile göz önünde canlandırabilmek demektir. Erkeklerin uzaysal yeteneği kadınlardan üstün bulunmuştur. Tipik bir test olan üç boyutlu mekanik bir gerecin montajında, kadınların ancak dörtte biri, sıradan bir erkekten daha başarılı olmuştur.


Erkek öğrenciler genel olarak uzay, ilinti ve kuram gibi soyut kavramları içeren matematik alanında kızlardan daha başarılı oluyorlar. ABD’de yapılan bir çalışmada (Stanley ve Benbow) matematikte üstün başarı gösteren her bir kıza karşı 13 üstün başarılı erkek belirlenmiştir.

Erkek beyni nesneler ve kuramlarla uğraşmakta üstünlük sağlarken, kadın beyni duyusal (sensoriel) uyaranlara karşı daha duyarlıdır.

Kadınlar sözel yetenek ve kişiler arası iletişimde daha başarılıdır. Kızlar genel olarak erkek çocuklardan daha önce konuşurlar, aynı yaştayken söz dağarcıkları daha zengindir.

Kızlar okumayı da erkeklerden daha çabuk söker; bunun nedeni satır okumanın görsel değil işitsel deneyime bağlı olmasıdır. Oysa erkekler işitsel beceriden çok görsel beceriyle donanmışlardır. Okuma güçlükleri ve kekemelik gibi konuşma bozuklukları da erkek çocuklarda daha yaygın görülür.


0 yorum:

Popular Posts